Parçaları birleştirmeyi ve biriktirmeyi oldum olası severdim.

Daha çok küçük yaşımdayken kendimi elimde makas, bulduğum her şeyi keserken hatırladığım anlar var gözümün önünde. Her şeyi derken gerçekten her şeyi; Cumhuriyet Gazetesi’nin “Tarihte Bugün” köşelerinden tutun da babamın kravatlarına kadar her şeyi keserdim. Keserdim, biriktirirdim ya da birleştirirdim. 

Elde makas, iğne, iplik girişimlerimden bazılarının sonu hezimetle bitti. Zamanın içinde kaybolduğumu hissettiğim o anlar, ne yazık ki engellerle kesildi. O sırada dışarıda biriktirmenin o kadar kolay olmadığını anlamış olmalıyım. Bir gün, içimde biriktirmek için bir karar vermişim ve bu kararı unutmuşum. Çok sonra hatırladım.

“Can çıkar, huy çıkmaz” dememişler boşuna. Yaşam yolumun ortalarına geldiğimde kendimi; anılarımı, yaşam hikâyemi bütünlemeye çalışırken buldum. İşte, yine bir şeyleri birleştirmeye çalışıyordum! Vazgeçmemiştim! Neyin ardından ne olmuştu? Bana anlatılan neydi, benim hatırladığım ne? O an ne hissediyordum ve bugün ne hissediyorum? 

Ve kalan, her şeyden geriye, bana kalan ne? Hikâyem bugüne kadar anlatılandan ya da anlattığımdan farklı olabilir, dönüşebilir mi? 

Soru sormaya başlayınca cevaplar da geliyor.

Biliyor musunuz? Anılarımız, her hatırlayışımızda yeniden ve yeniden şekilleniyorlarmış. O sırada içinde bulunduğumuz hal, mekân, uyaranlar anılarımızı her seferinde biraz değiştiriyormuş. E, biz de her an değişiyoruz. Bitmek tükenmek bilmeyen olma halindeki varlıklarız. Hikâyemiz neden dönüşmesin?

Kendi hikâyemizi kendi sözcüklerimizle yeniden yarattığımız andaki o tarifi zor ağırbaşlılığı tanıyorum, yaşattığı aşkın hissi ve gözlerdeki görmüş geçirmiş ışıltıyı da. Hem kendimden hem çalıştığım insanlardan biliyorum. 

Hikâye anlatıcılığı, bana bir hikâyenin nasıl olması gerektiğini öğretti: başı, ortası ve sonu olan bir bütün. Yeterince anlattıkça “Peki kendi hikâyelerimde bunu nasıl yaparım?” sorusunu sorma cesaretini verdi.

Anılarımın peşine düştüm; bulup çıkardım, hatırladım, hatırladıkça birleştirdim ve benim hikâyem dediğim o bütünlüklü anlatıya ulaştım, her anlattığımda ekleyip çıkararak yeniden ve yeniden ulaşıyorum.

Kendi hikâyelerini anlatmak bir cüret.

İnsanlar neden beni dinlesinler ki, diye soruyor olabilirsiniz kendinize. İnanın bu soruyu ben de sordum ve aldığım cevapla büyülendim: İnsanlar kişisel hikâyeleri; hatırlamak, dünya üstündeki yerlerini bulmak, anlam yaratmak, yalnız olmadıklarını bilmek ve daha pek çok şey için anlatıyorlar ve dinliyorlar. 

Ben de gördüm ki kişisel hikâyelerimi anlatmak başka insanların hatırlamasını, anlatma arzusu ve cesareti duymasını sağlıyor. Daha da cesaretlendim. Otobiyografik anlatılar alanında bireyler ve gruplarla çalışmak üzere eğitimler aldım.

2018 yılından beri anılarımı hikâyeleştirerek anlatıyorum ve hikâye anlatıcılığı eğitimleri veriyorum. 2020 yılından beri ise benimle aynı heyecanı duyan, korkan, çekinen, yine de anlatma arzusuna karşı koyamayan, hikâyesinin bir anlamı olduğuna inanan insanlara, topluluklara, STK’lar ve kurumlara atölye çalışmaları düzenliyor ve bire bir koçluklar yapıyorum. Çalışmalarımı hem Seiba Uluslararası Hikâye Anlatıcığı Merkezi ve Deniz Erdem Studio’da hem de bağımsız olarak sürdürüyorum.  

ALDIĞIM EĞİTİMLER

“Hayat hikâyemizi nasıl anlatıyorsak, hayatımızı da öyle yaşamaya başlarız.”

Maureen Murdock